Tarihte her zaman değişimden ibarettir. Süregelen olaylar ve içinde bulunulan durumlar beraberinde çeşitli kırılmaları da getirir. Bu nedenle dil, anlam ve ifade biçimlerimiz hep sapmaya uğrar. Belirgin dönüşümler ve değişimler yaşadığımız, her şeyin başkalaştığını daha yoğun şekilde algıladığımız bir dönemdeyiz. Halihazırda tüm sistemler sorgulanmaya başlıyor, hasar görerek yok oluyor veya farklılaşıyor; hatta belki de kendi özüne daha çok yaklaşıyor. Yaşamlarımız boyunca kopamadığımız anlamlandırma ve iletişim sistemlerinden biri olan dil de yaşıyor olduğumuz teknolojik devrimler, evrilen medya kültürü ve yüzyılın toplumsal hareketleriyle kültürel, bilişsel ve psikolojik açılardan başkalaşıyor. Baskın dilin yapısı, kültürel / ulusal konumu ve çok katı görünen sınırları, her şeyin sallantıda olduğu bu zamanlarda yeni kaygılar ve şüpheyle karşılanıyor. Sınırların belki de fotonlara benzediğini ve çeşitli aparatlarla üzerinde oynayabileceğimizi, şiddetini azaltabileceğimizi, yönünü. değiştirebileceğimizi, kırılmalara ve yansımalara, orada o şekilde var olmasının manasına yeni bir bakışla müdahale edebileceğimizi artık algılayabiliyoruz.
Deniz Gül’ün SALT Galata’da 13 Nisan 2021 tarihinde açılan “Kazı ve Yüzey” (“Scratch and Surface”) adlı kişisel sergisi, nesne, mekan ve zaman ilişkilerini ele alıyor. Sınırlar üzerine düşünürken zamanın ruhuna uygun dilsel oynamalarla açık uçlu bir dünya yaratıyor. Kusursuz bir sergilemeden ziyade arz edercesine, ziyaretçileriyle üretmek, türetmek, kusurlu ve uyuşmaz sınırlar çizmeye teşvik ediyor. “Kazı ve Yüzey”de serginin geneline sözcükler hakimdir. Sanatçının kaygısı da mekân-dil ortaklığını kurmak ve karşısındakine ulaşabilmek üzerinedir.
Deniz Gül’ün asıl merakı, yüzeyde nelerin olup bittiğine yöneliktir. Uzun süredir gerçekleştirdiği çalışmalarında, anlamın sürekli daha derinine iner. Malzeme odaklı işlerini ise son dönemde dilin yapısıyla, sanatçı için yeni olan bu malzemeyle birleştirerek bundan sadece birkaç ay evvel gerçekleşen “Meydan” sergisinde derler. Sergideki işlere hızlıca göz gezdirildiğinde bile Gül’ün yeni bir evreye adım attığı görülebilir. “Meydan”da “Kazı ve Yüzey”e göre yüzey, mekân aracılığı ile kat edilirken malzeme serginin tamamına hakim olur. Tek bir farkla: Sanatçı bu sergide alanı deneyimlemeyi yüzeyde gezinerek keşfetmeye çalışırken cisimsel olanı da yazı üzerinden okumaya girişir. Öğelerin aralarındaki mesafeleri, birbirlerine yakınlıklarını ve birbirleriyle olan temasını yazıyla paylaşır; böylece birlikte yüzeysel bir kazıya başlarlar. İşte, sanatçının gerek malzeme odaklı pratiğinde gerekse de çalışmalarının düşünsel kısmında kırılma bir kez daha belirginleşir. “Kazı ve Yüzey”de kelimeleri daha sık görürüz. Derine inmekten çok yüzeye çıkar ve orada, biraz da belirsizlik kokan kısa süreliğine donmuş olan zamanın geçiş sürecini arşınlarız.
Serginin asıl dayanak noktası ise “Klavuz” (“Plungr”) işidir. Deniz Gül bu işiyle kendi oyun alanını oluşturarak sınırları kırmaya, kelimelerin yoğunlukları üzerinde kımıldamalar yaratmaya başlar. Çalışma belirli bir dizine ve kurala göre düzenlenmiş SALT’ın araştırma kütüphanesinin tam ortasına konumlanıyor. Türkçe yazım kılavuzunun on beş adet fotokopisi üç masa üzerine yan yana, her birinde beş parçası bulunan üç gruba ayrılıyor. Sıralama alfabetik ilerlerken Gül ince bir mizah anlayışı ve yerinde müdahalelerle adeta yazım kılavuzuna kendi izini bırakıyor. Bilinçli şekilde kusurlu olan bu sunum, esasen yazım kılavuzu üzerinde düşünsel ve biçimsel gezintilerden meydana geliyor. Yüzeyde kırmızı kalemle yapılan bu dolaşma eylemi dizinin kendisinde bir güncellemeyi de meydana getiriyor. Bu durum biri daha kişisel diğeri daha genel diyebileceğimiz iki perspektiften okunabilir. Bu hem sanatçının yıllardır bağlı olduğu malzemelerden kopmasının ve kendini kelimelerle, dille ifade edişinin somut örneği, hem de günümüzde etkisini sürdüren geleceğin olası kılavuzuna referans olmak adına esprili bir yaklaşım. Gül, kılavuzun işlevini araştırmaya ve farklı olasılıklarını keşfetmeye başlarken kendine oyun alanı yaratır. Sanatçı, her bir yanlış yazımda, yeni eklenen işarette, girift okumada yüzeyi kazmaya devam eder. Manalarla yüklü kelimeler tarihsel kaynaklarını da gün yüzüne çıkarmaya başlar. Kelimenin arkasında hapsolmuş, unutulmuş, gizli ve sessizce duran yüzey parçaları müdahalelerle görünür olmaya başlar. Malzememiz burada kelimelerdir artık. Kelimenin malzemeye dönüşmesi sanatçının yıllardır biriktirdiği üslup katmanlarındaki bir kırılmadır. Bu eskiyi hiçe saymak değil tam tersine onunla harmanlanan bir başkalaşımdır. İzleyici, mekân ve malzemenin olanaklarıyla, o anda yüzeyde görünenlerin zamanın kendisiyle küçük parçalara ayrılan hareketlerinde bitimsiz formlarını yakalarız.
Yazma eyleminden kaynaklanan formun mekânda neye dönüştüğünü keşfetmek için ise zemin kata inmek gerekir. Burada ihtiyaç duyulan şey içinde dönüp dolaşabileceğimiz fiziksel bir alan olacaktır.
Performatif bir yerleştirme olan “Daire Düz (Flat)” bir şantiyeyi andırır. Sanatçının sistem, eylem ve yüzey hakkında düşünceleri yalnızca dilsel bir hatta ilerlemez. Somut bir şekilde bir yapıyı, inşaat üzerinde yüzey ve oluşumu da düşünmeye, onu kazmaya başlar. Gül’ün burada yapı malzemelerini seçmesi tesadüf değil, keza sanatçı yıllardır inşaat malzemeleri, çeşitli mekan yerleştirmeleriyle haşir neşirdir. Sergi mekânında mesai saatleri arasında çimento karan, tuğla ören işçi kendi emeğini mekanın yüzeyinde sergi süresince yerleri değişen tuğlaların bıraktıkları izlerle ölümsüzleştirir. Döngü ve öbeklenme halihazırda kuruluyor olan sistemin ayak izlerini barındırmaya çoktan başlamıştır. Ziyaretçiler yüzeyde kalan izlerin etrafında dolaşırken Gül’ün tasarladığı, duvarda ölçekli haritası bulunan kat planı işçinin zamanla işlediği ve geride bıraktığı yorumuyla birleşiyor. Bu eylemin ardında kalanlar, kendi ayak izlerine dönüşüyor ve sınırlar sürekli tartışılıyor: Burada müzakere yok. Her defasında bir daha kendini yinelemeyen döngüler var. Bu ister önceden belirlenmiş bir yapı planına ister sayfalarca alfabetik sıralı yazım kılavuzuna dair olsun.
Beden yapının içerisinde sürekli sistemi yeniden kurmaya devam etmektedir. Mimari bir plana sadık kalarak sürekli işleyen yapılar hem ilerleyen süreci gözler önüne serer hem de yaratılan bu sistemde parçaların yer değiştirdikten sonra geride bıraktıkları çizgileri sergi boyunca görünür kılar. Sınırlar sürekli üzerlerinde oynanan, birbirlerine eklemlenen ve yön değiştiren yapılardır. Kemikleşen bir yapı değil, aksine zamanda belli noktalarda gerçekleşen akıcı formlardır. Tıpkı yazının başlarındaki ışık benzetmesindeki gibi yönü, hareketi, yoğunluğu üzerinde oynamalar yapabileceğimiz veri akışlarıdır.
Ancak sistem de hatasız değildir. Süregelen çalışmanın taşları duvar ustasının yardımıyla yer değiştirdikçe, referans alınan ölçekli harita da giderek bozulmaya başlar. Bu çalışma “söylemek yapmaktır” önermesinden yola çıkar. Çalışma alanına girdikçe, orada vakit geçirdikçe geride kalan izleri ve değişimi kavrarız. Sürekli hareket halinde, yüzeyi sürekli bir başka şeye dönüşen, kazınan, kazındıkça hem görünür hem de esrik kılınan bir yapı içerisinde adımlarımızı atmaya başlarız. Aslında her şey şeffaflaşır, olan biteni görülmeye başlar, sınırların değişimini, geçmiş izlerini gözlemleriz. Süreç içerisinde her şey değişir. Yapılı olanı kazıdıkça yüzeye sistemin yeni birleşimleri çıkar.
Dili ele alış tarzı sanatçının mekânı yapısalcılık ve yapı-sökümcülük üzerinden okumalarıyla da ilerler. Yazım kılavuzunun tamamında sergilenen tavır, fiziksel bir eylem olarak alt katta kurulur. Artık üst üste iki kat iletişime girmiştir. Sayfalardaki kelimeler bu sefer zemin kattaki tuğlalara evrilmiştir. Mekân bir yazıya dönüşürken üst katta kağıt üzerinde bilinçli halde türetilen yazım hataları, eklemeler, iz bırakmaların tamamı fiziksel eylemlerle sergi boyunca zemin katta devam eder.
“Kazı ve Yüzey” sanal ortamda da Deniz Gül’ün girişimleriyle yapı bloglarını ele alarak ilerlettiği, internette kullanımda olan güncel kelimeleri her üç saniyede bir tarayıcı üzerinde tarayan ve #words (#Kelimeler) adlı sayfaya taşıyan bir sistem. “Klavuz” işinin ortaya koyduğu geleceğin potansiyel kelimeleri ve düşünce şekillerini belirtirken, bu sitede yaklaşık 75.000 farklı internet sitesinin taranmasıyla bir araya toplanan güncel kelimeler, “Günümüzü hangi sözcüklerle düşünüyoruz?” sorusundan hareket eder. Önemli olan nokta yeni bağlamlar ve ilişkisel döngüler yaratmak. Sanatçıyla başlayan fakat ortaya konanı ortaklaşa geliştirme itkisi gerek serginin gerekse web sayfasının amacı haline gelir. Bunun bir somut örneğini de birinci kattaki “Tavlamalar” (“Temperings”) işinde görürüz. Kelimenin bir diğerini çağırdığı, sözün söze ihtiyaç duyduğu sayfalarca sözcük öbekleri sanatçının ses kaydı alarak kendi serbest konuşmasıyla ziyaretçilerin de katılımlarını teşvik eder. Burada bir araya gelen sözcüklerin arasındaki mesafenin kendisi uzaklaşıp bütünü kavrama, soluk alma imkanı veriyor gibi dursa da ben bu noktada iki kelime arasındaki çekimin, mıknatıs etkisinin sinerjisini, madalyonun diğer yüzünü ele alıyorum. Gül, iki sözcüğün birbirini tavlaması üzerinden hareket eder. Bu etki, kelimelerin bir araya gelişinin nasıl oluştuğunu sorgular. Tarihsel ve toplumsal olaylardan ötürü mü? Mantıksal çıkarımlar veya dilde kurulan tesadüfen beliren bilinçaltı katmanları mı yoksa? Aradaki sınırın her iki tarafında da yakın kelimelerin veya tekrarların şiirsel dili, vezini, en küçük estetik birimi yakalar. İki kelime arasındaki zaman dışı kesintinin kendisi birbirine kuvvetle çekilir, sanatçı ise herhangi şiirsel bir öbek meydana getirmeden aradaki çekime dikkat çekmek ister.
SALT’ın kendi oluşturduğu bir ekosistem var ve bu ekosistemin birçok bileşeni mevcut. Sergi genelinde sistem üzerine düşünen Gül de mekanda kurulu organizmanın içine sızmaya başlar. Bilgi ekranlarını “hackleyerek”, dengeyi bozan bir cızırtı halinde farklı ülkelerden çektiği manzara kartpostal serilerini, kurumun dilinin yapısında görünür hale getirir. Yabancı bir dile imkân sunarken çapraşık bir alan yaratıyor. Sanatçı kendi haritasını kurumunkiyle iç içe geçirip seyreltir.
Nihayetinde sanatçı bu sergiyle kendinde mevcut potansiyeli de keşfe çıkar. Yüzeydeki kazılar derine inmek ve anlam veya anı katmanlarını arşınlamak ve gün yüzüne çıkarmak için bir eylem değildir. Aksine kazı, yüzeyin her bir parçasında potansiyelinin yönünü sanatçıya döndürmek için onun kullandığı bir eylemdir. Yüzeyde zuhur eden şey “Klavuz” işinde sözcükler ve müdahaleler olurken “Daire Düz” işinde malzemeler ve izler olur. Mekâna sıralanan tuğlalar ve kağıtlar üzerinde kırmızı kalemle yapılan önermeler Gül’ün kendi kazı sürecini yansıtır. Kazı derini değil yüzeyi; ilk anlamı, ilk imgeyi, dile ve akla gelemeyecek ilk potansiyeli parça parça açığa çıkarır. Gözler önüne konan her iş serginin bütünü için birbirini tamamlamayı arzulayan birer parça olurken, her bir parça kendi içinde tekrar yüzeysel bölümlere ayrılır. Satıhtaki bütünlük sanatçının fikrinden önce mi vardır, yoksa o yüzey kazılarıyla büyük bir bütünlüğü parçalarla tamamlamak için kelimeler, sesler ve malzemeyle kendi gerilimini mi ortaya koymaktadır? Zaman ve mekânda simgelerle yüzeyde neler olup bittiğini bize nasıl anlatır?
Gül tamamen bitmiş ve mutlak bir kanıya varan çalışmalar bütününü mekâna sermez. Sessiz kalmayı da yeğlemez. Bir girişimde bulunur. İlk olan bu hamle dile gelmenin imkânsız olduğu bir durumdan çok dilin kendi kurallarından çıkmak için çabalayan, onun sınırlarına temas eden bir davetiyedir. Tecrübeli veya tecrübesiz sınırlara dokunmanın nasıl bir şey olduğu bunu da deneyimlerken uyumsuzluk ve anlamsızlıkla yüzeye doğru bilinçli bir hareketi ve keşfedişi arzular.