
20 Mayıs sabahı sosyal medyaya bir bildiri düştü. Bu bildiri, izleyicileri geçtiğimiz günlerde sona eren Fatoş İrwen’in kariyerindeki en çarpıcı imgelere yer veren, karar alıcıların ve uygulayıcıların şiddetiyle şekillenen, estetiğin ve ifade gücünün ortak bir birleşiminden oluşan “Olağan Zamanın Dışında” başlıklı ilk kişisel sergisine davet ediyordu. İrwen, bu sergisinde kendi yaşam döngüsünden kesitleri, siyasi argümanları veya kişileri paylaşarak, kullandığı malzemelerle de şiddet politikalarının içinde gizlenmiş ifadeleri açığa çıkararak oldukça ilham verici bir söz söyleme alanı yaratmış gibidir. Sanatçı, günümüzde uygulanan politikaların karşısına sanatı koyarak, neoliberalizmin özgürleşme ütopyalarının totaliter uygulamalar ve şiddet ile nasıl kol kola yürüdüğünü, özellikle Türkiye özelinde açığa çıkartan bir tavır sergilemiştir.

Sanatçılar, eserleriyle kişisel bir veri akışını sağlayarak toplumun büyük oranda ortak ifadesini etkiye dönüştürebilen bir alandadır. Dolayısıyla İrwen’in kendi bedeninden de materyalleri –saç, tırnak, kan gibi- seçmesi metaforik bir anlatımın yanında, kendi sanatsal üslubunun zeminini oluşturmuş gibidir.

Sanatı bir ifade aracı olarak düşünürsek, burada görünür haldeki güçlü ifadeler, günümüz toplumları için gerekli ve devrimci bir niteliği üstlenmektedir. Fakat bu durum bir sanatçıyı, asla bir konu üzerinden üretim yapmaya zorlayan ifadeler değildir ve olmamalıdır da. Geçmişten bugüne baktığımızda, sanat ve politika ilişkisi, sanatın ne olduğu, nasıl bir rol üstlenmesi gerektiği insanlık tarihinin her döneminde sorgulanmış ve varlığını bu şekilde sürdürmeye devam etmiştir. Özellikle önemli bir değişim ve dönüşümün gerçekleştiği, siyasetin hayatın her alanında etkin olduğu toplumlarda, sanatçılar bu süreçlerden ziyadesiyle etkilenmişler ve bu durumu yapıtlarına da yansıtmışlardır. Sanatçılar eserlerindeki politik imge veya izlerine fazlasıyla yer vermesi, sanatın amacını ve beklentilerini değişikliğe uğratmış, hatta sanatın yapısında önemli dönüşümlere sebebiyet vermiştir. Adeta sanat da toplumun siyasi olarak hareketli günlerinde politik bir karakter haline gelmiş ve toplumu ciddi oranda etkileme gücüne sahip olmuştur. Sanat tarihinin büyük bölümünün bu etkileşimlerden doğan sanat eserleriyle dolduğunu gözlemleyebilmek mümkündür. Bu şekliyle sanat eserleri de özgün ve estetik ifade biçimiyle dönemin bir tanığı olarak kendini var etmeye devam eder.
İşin aslı bu konuyla ilgili farklı görüşler olsa da asıl vurgulanması gereken sanatın nereden beslendiğidir. Tıpkı İrwen’in eserlerindeki gibi sanatın hayatın kendisinden beslendiğini, gerçekliğin verilerini kullandığını doğasının bir gereği sayarak sanatçının etrafında olup bitenlere seyirci kalamadığını söylemek mümkündür. Bir yapıtın işlevi onun ne anlama geldiğini göstermek değil, onun geçmişini ve şu anki halini göstermek olmalıdır.[1] Yani bir sanat yapıtı, ‘önce konu seçilir sonra seçilen konu üzerinde betimleme yapılır’ gibi bir mantıkla üretilmez. Sanat yapıtının içeriği, onu kendi içinde izleyiciye sunar. Dolayısıyla sanatçının aklında saklı olmaktan çok kendi biçiminin anlamı, kullanılan malzemelerin anlamına, bütününden çıkan bir manevi bildirime dönüşür.
Sanat içeriğinin konusunu düşünerek bir biçim vermek, bir biçimin kendisi olmaya karşıdır. “Zaten bir form nasıl konumlandırılır ki?” Tabii ki gözlem yaparak! “Peki, bir sanatçı için form en önemli mesele ise, sanata olaylar karşısında sağlam duran bir form vermek, onu politik kılar mı?”, “Yoksa bunun için gerçekliği ve sadece gerçeğin kendisini baz alarak yaratmak, izleyiciye sunmak ve gerçekliğe referans vermek mi gerekir?” gibi bir çok soru sorulabilir. İsviçreli sanatçı Thomas Hirschorn; “Sanat, her zaman aksiyondur. Sanat, hiçbir zaman reaksiyon değildir. Sanat, hiçbir zaman sadece tepki değildir, eleştiri değildir. Sanat, en sert eleştiriye rağmen pozitif olmaktır, özverisizce reddedilmeye, karşılıksız direnişe rağmen… Bu aynı zamanda birinin tutkusunu, özlemini, rüyasını reddetmemesidir. İnkar etmemesidir. Bir şey yaratmak risk almak demektir.”[2] der.
İrwen’in eş zamanlı olarak Tütün Deposu’nda ve Karşı Sanat’da sergilenen işleri bizi kendi gerçekliğine / gözlemine / eleştirisine davet eder. Sergide dijital işler, performatif fotoğraflar, videolar, enstalasyonlar, resimler, metinler ve ceza evinden bulduğu nesneler bulunur. Karşı Sanat’ta sergilenen çalışmaları, cezaevi öncesi dönemlerine tanıklık etmemizi sağlarken, Tütün Deposu’ndaki sergi Diyarbakır cezaevindeki üretim sürecine tanıklık etmemizi sağlar. Sanatçının cezaevinde geçirdiği zaman ve orada bulduğu her malzemeyi kullandığı düşünüldüğünde aslında Depo’da sergilenen işlerin, aynı zamanda bir hayatta kalma-tutunma hali olduğunu da gösterir. Buradaki sergi aynı zamanda ceza evi sürecinin ve yasa uygulayıcılarının özne ve kimlikleri yok saymaya yönelik baskılarını üzerimizde hissettiren bir şiirsel ve karşılıksız direniş halini anlatır gibi.
Çatlak Zemin – 2019, Kağıt üzerine saçtan teğel, Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi
Niklas Luhmann, Art as a Social System isimli kitabında, “form”un esasında bir “gözlemleme” olduğunu belirtir.[3] Bu durumda İrwen’in hayat hikayesinden yola çıkarak gözlemlediklerinden ve bu gözlemlerden biriktirdiklerinden oluşan işleri, politik ve kolektif anlamda bir tanıklığa sürüklüyor ve sanatın toplumla ilerici bir diyalog kurmasına olanak sağlıyor.

“Fehime Ana cezaevinde yanımızdayken dağdaki kızının ölüm haberini almıştık ve uzun süre gizlemiştik bu haberi kendisinden, –bu koşullarda olmaz diye. Ona bakınca Meryem Ana’nın İsa’nın bedenini kucağına yatırdığı görkemli heykel (Pieta) hep canlanıyordu benim zihnimde.” – Fatoş İrwen, 2020.
İzleyiciyi, eril-resmi tarih anlayışından çıkartıp yazısız kadın tarihini karşısına koyarak öteki seslerin ve bedenlerin varlığını da kayda geçiririyor. ‘Öteki Tarih’ adlı bu işi sarı sayfaların üzerine iğne delikleriyle yazılmış okunamayan bir metin olarak karşımıza çıkar. Belki de sanatçı yazılmamış ve yazılamayacak olan o tarihin bir dilinin olmadığını kanıtlıyor bize. Günümüzün şiddet dolu tarihini kayıtlara geçiren bu sergi saçlarla cümlelerin yazıldığı, Pieta’nın yeniden yorumlandığı, sanatçının parmak izlerinin çizildiği, beden politikalarının sorgulandığı cezaevi öncesi işlerinden günümüze kadar süregelen her şey üzerinden bir tanıklık çabasını içermektedir.

Fatoş İrwen, cezaevine girmeden önceki döneminde yaptığı işlerle de eril politikanın bedeni bir kontrol nesnesi olarak kullanmasına karşılık bir eylemlilik hali olduğunu hissettiriyor bizlere. Çünkü sanatçının çocukluk döneminde uygulanan politikaların bedeninde bıraktığı hissiyatlarla dolu olduğunu görmekteyiz. Diğer yandan Karşı Sanat’ta sergilenen işler de çocukluğundan kalan mahrem yaşamı, beden-mekân hikayeleri, olayları, zaman, bellek üzerinden dile getirilmekte zorlanan imgeleri oluşturma çabasına girmiştir. Ona göre, kadın, ev, coğrafya, mekân, beden, cinsiyet, doğa, tarih gibi iç içe geçmiş fikirlerle zaman zaman sert ve rahatsız edici zaman zaman da akışkan işler ilişki içerisine girerek bir araya geldiler. Bu nedenle “Olağan Zamanın Dışında” ismi iki serginin de içeriğini kapsayan bir kavram olmuştur.[4]

Bütün bunlar sanatçının kişisel belleğinde dolaştığımızı ve bu belleğin yoğun şekilde estetik ve politik malzeme içerdiğini gösteriyor. Etrafında ve yaşantısında olan biten olumsuz ya da olumlu bütün durumlarla yüzleşerek izleyiciye estetik bir yolla gerçekliği sunuyor. Sanat veya sanatçı politika ya da belirli bir konuyu kurgulayarak politik sanat yapmaz, sanatçı sadece işini yapar! Adorno’nun da dediği gibi sanat, insanların inançlarını ve özlemlerini taşıyabilecekleri son sığınaktır. Dolayısıyla sanatçı, bu inanç ve özlemleri dile getirendir. Bu yüzden gerçeklikler ve belleğimiz, eril-şiddet dolu bir politikayla çevrelenmişse sanat da politik olur. Sanatçı, başka bir şekilde toplumla diyalog kuramaz ya da yüzleşemez. Bu noktada Fatoş İrwen’de bu sergisiyle sanatçının ne iş yaptığına dair güzel bir cevap veriyor.
[1] Sontag, Susan, Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş / Yoruma Karşı, İstanbul: Metis Yayınları, 2008.
[2] Thomas Hirschorn, (Aubervilliers, 2008 Yazı.) INASTHETIK, Politics of Art, NR.
[3] Luhmann, Niklas. 2000. Art As a Social System, Stanford, California: Stanford University Press.
[4] Zekioğlu, Jinda. (2021). Fatoş İrwen: İktidarın yok sayma pratiğine birbirimizi yok sayma da eklendi, Gazete Duvar. https://www.gazeteduvar.com.tr/fatos-irwen-iktidarin-yok-sayma-pratigine-birbirimizi-yok-sayma-da-eklendi-haber-1523925