Zilberman İstanbul, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda ana sergi ve proje alanında Genç Yeni Farklı 11 (GYF 11) sergisine 6 Temmuz – 13 Ağustos 2022 tarihleri arasında ev sahipliği yapmıştır. Sergiye genç sanatçıların işleri açık çağrı yoluyla kabul edilmiştir. Başvuruların bağımsız bir jüri tarafından değerlendirilmesi sonrasında bu edisyonda Betül Aksu, Ferhat Tunç, Murat Kahya, Muaz Özden, Pınar Marul, Ceren Su Çelik, Emin Berk, Özkan Işık, Sinan Orakçı, Delal Eken, Yaren Yıldız ve Pınar Köksal’ın çalışmalarına yer verilmiştir.
GYF 11, herhangi bir konu ya da malzeme kısıtlaması olmadan sanatçıların kendi üsluplarını ve teknik dillerini kendi özgünlükleri içinde ve belirli temalar etrafında yansıttıkları eserlerden oluşmuştur. Fotoğraftan resme, buluntu nesnelerden bilgisayar destekli dijital üretimlere, baskı resimden enstalasyona çeşitli medyumlarda ve formlarda, farklı temalara değinilen çağdaş sanat koridorunda sanki eserlerle dolambaçlı bir yol oluşturulmuş da sergiye gelenlerin bu yollarda kaybolması amaçlanmıştır. Ancak kaybolurken de yeniden kendi varlığına, çocukluğuna ve geçmişine, doğaya, iklime, iktidarın oynadığı güç oyunlarına, bireyin aidiyetinde mevcut olan kırılgan gerçekliklere, üretilmiş toplumsal cinsiyet ve beden rollerine, tüm bunlarla birlikte de tabi ki sanatın ne olduğuna dair sorular sorması temel mesele haline getirilmiştir. Eserlerin geneline hâkim olan ve sanatçıların eserleri aracılığıyla kurmaya çalıştığı semantik bağlam düzlemi, eserleri algılayanlarla eserler arasındaki çarpışmada ortaya çıkan estetik bir yeniliği de beraberinde getirmiştir. Böylece estetik olgusu iyi, güzel, çirkin gibi modernist bir kapsamın ötesine taşınıp yerinden edilerek çok daha derin sorgulamaların, yeni anlam katmanlarına dair oluşumların ve düşünsel zorlamaların olduğu soyut bir masanın üzerine bırakılıvermiştir.
Sanatçılardan birisi olan Betül Aksu, monotip baskısında teknolojik gelişmelerle geometrik düzen arasında bir ilişki kurarak sistemin türlü türlü deneyler üzerinden tüketici algılarıyla oynadığı psiko-endüstriyel bir çağda çıkılan tüketici avının standardize edilen biçimlerine karşı izleyiciye rastlantısallığın olanaklarını sorgulatmıştır.
Bütün sergide ilişkisel estetik kuramına işaret eden tek eser Ferhat Tunç’un eseri olmuştur. Tunç’un, izleyen ve eser arasındaki ayrımı ortadan kaldırarak izleyenin interaktif katılımını sağladığı geometrik çalışma bu anlamda önemli bir yerde durmuştur. Sanatçı Spinoza’nın kare ve dairenin mutlak doğasına dair yaptığı felsefi tartışmadan hareket etmiştir. Her ne kadar bu iki formun birleştiği bir gösterilen mümkün olmasa da sanatçı en azından sanatsal temsil alanında bu iki formun birleşmesine dair bir çabanın mümkün olabileceği kanaatine varmıştır. Dolayısıyla aktif izleyici duvardaki kâğıt, ip ve kalem üçlemesini kullanarak süreci deneyimlemeye çalışmıştır. Bir anlamda düşüncelerle eylemler arasındaki asimetriye dikkat çekilerek eylem alanında bir umudun manifestosu yazılmıştır. Dolambaçlı yolun devamında Murat Kahya’nın görselliği ve işitselliği aynı anda devreye sokarak oluşturduğu enstalasyonda Kızılırmak nehrinden iki adet fotoğrafla hem nehrin kendisi hem de çevresi betimlenmiştir. Fotoğrafın arka fonundaki sesler de dâhil edilince nehrin akış halindeki var oluşuyla rota boyunca rastlantıyla ortaya çıkan görüntüler ve sesler arasında bir paralellik kurulmuştur. Kimliklerin ve kavramların totaliter bir biçimde sabitlenmeye çalışıldığı bir yaşamda rastlantısallıkların açtığı yeni yollarda dünyanın başka şekillerde okunması ya da dünyanın başka şekillerde deneyimlenmesi mümkün mü? İlk katta yolun sonunda Muaz Özden aidiyet, giz, mekân ve bellek arasındaki ilişkileri su ve kapısı yarı aralanmış bir dolap metaforuyla göstermiştir. Böylece görsel alanın nimetlerini kullanarak görsel olmayan bir alana işaret etmiştir. İç-dış gibi mekânsal ikiliklerin, geçmiş-şimdi-gelecek gibi zamansal ayrımların eriyerek birbiri içine girdiği bir yerde biz hâlâ ve ısrarla neye, kime, hangi zamana ve nereye ait olduğumuzu bulmaya mı çalışacağız? Yoksa kendi sürgün varlığımızın farkına varıp her tuttuğumuz dalın bir gün kırılacağı gerçeğine kendimizi inandırmamız mı gerekiyor?
İkinci kata çıkıldığında Pınar Marul’un bir takım buluntu nesnelerini bir televizyon askılığına takılmış epoksi içinde sergilediği görülmüştür. Korkuların, endişelerin, ideallerin, fikirlerin temsil edildiği yer bireyin kendisine mi yoksa ötekinin izdüşümüne mi işaret ediyor? Deleuze’ün özellikle sinemayla beyin arasındaki yakın ilişkiyi anlatmak için kullandığı beyin ekran kavramının somutlaştığı enstalasyonda gözlemlemek ve gözlemlenmek, etkilemek ve etkilenmek, iç ve dış gibi ikiliklerin yok olduğu, etkiye açık bir bireyin temsili mümkün hale gelmiştir. Ceren Su Çelik ise ses, video, robotik, matematik, bilgisayar tabanlı görselleştirme gibi farklı çalışma alanlarını birbiri üzerine bükerek tanımlaması zor bir duyusal evren yaratmıştır. Sınırlı bir boyutla sürüp giden ve bu şekilde standardize edilen fiziksel yaşamda maruz kalınan veriler imparatorluğunda varlığımızın tüm bu gürültü içindeki küçük bir kesiti sunulmuştur adeta. Bir alt kültür olarak konumlandırılabilecek vücut geliştiricilerin bu kimlik içindeki durumlarının sorgulandığı çalışmada Emin Berk ödenen bedellerin ve vazgeçişlerin altını çizmiştir. Kimi zaman bir haz nesnesine ya da saf bir fizikselliğe indirgenen bireyler olan vücut geliştiricilerin iç dünyalarındaki karmaşaları ve toplumsal ağ içindeki yerleri yeniden masaya yatırılmıştır. Özkan Işık bir ifade aracı olarak kullandığı dokuma tekniğinde toplumsal cinsiyet rollerindeki kalıplara karşın kuir yapıdaki çoklu kimliklere dikkat çekerken erkek bedenlerini belirsizleştirip kayganlaştırmış, bir yandan da arzulara, yaşamın olumlanmasına ve tutkulara
göndermeler yapmıştır. Sinan Orakçı’nın gri tonlarla bezeli olan ürkütücü tablosunda izleyici ile resimdeki figürün göz göze gelmesiyle birlikte izleyicinin de nevrotik bireyin içinde olduğu gerginliğe ortak olması sağlanmıştır. Mekânın sadeliği içinde mevcudiyet kazanan punctum figürün gözlerinde ve sol elinin yataktaki konumunda belirgin kılınmıştır. Serginin en ilginç çalışmalarından birine Delal Eken imza atmıştır. Sistem tarafından işlevsizleştirilmiş, yaşamın dışına terk edilmiş ya da belleğin derinliklerine gömülmüş olan bir takım sosyo-politik olaylara dair belli-belirsiz görüntüler ve sesler yeniden yüzeye çıkartılmıştır. Unutmaya ve unutturulmaya karşı bir direnişin temsil edilmesi amaçlanmıştır. Çöp poşetleriyle oluşturulan ve hem görsel hem de işitsel çerçevede kurgulanmış enstalasyondan çıkan coşkulu sesler sergideki diğer çalışmalara da bir arka fon teşkil etmiş, böylece eserlerarası küratöryel bir ilişkinin varlığından söz etmek mümkün hale gelmiştir. Yaren Yıldız tükenmez kalemle yaptığı çiziminde sınırların ve sınırsızlıkların, sarılmaların ve dışlamaların, ait hissetmelerin ve yabancılaşmaların, durmaksızın devam eden devinimle çarpışma noktalarının temsilini arı kovanı ve kendi bedeni arasında kurduğu benzerliklerde sorguya açmıştır. Eserde yeni bir varoluş imkânına dair sorular yöneltmiştir. Pınar Köksal insanın sudan karaya çıkan bir tarihsel, evrimsel geçmişe sahip olmasından dolayı sudaki insan yaşamına odaklanmıştır. Siyah-beyaz fotoğraflara yaptığı müdahalelerle birlikte astrofiziğin önemli kavramlarından bir tanesi olan karadeliklerle belleği ilişkilendirmiştir. Belleğin bir tarafı hatırlama gibi aktif süreçleri barındırırken bellek yapısındaki karadelikler ise anıların bir kısmını emip onları bilinmez bir evrene doğru mu sürüklüyor? Hatırlama ve unutma arasındaki keskin dinamizmde bizler sadece hatırladıklarımız kadar değil de aynı zamanda unuttuklarımız kadar mı varız?
Zilberman İstanbul’un Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda gerçekleşen GYF 11 adlı yarışma seçkisi önemli bir misyonu yerine getirerek genç sanatçılara destek vermeyi sürdürmüştür. Bir yandan da çağdaş sanattaki toplumsal meselelere dair çoklu bakış açısını, malzeme çeşitliliğini, estetik beğeninin bir kenara bırakılmasıyla birlikte düşüncenin merkeze yerleşmesi halini ortaya koyarak sergiye gelenleri çocuksu bir merakın ve düşünsel bir yolculuğun peşinden sürüklemiştir. Böylelikle yaratılan dolambaçlı yollarda bir sanat dedektifliği eyleminin icra edilmesine önayak olmuştur. GYF 11, varlığımızın saplandığı ve iktidar ilişkilerinin hüküm sürdüğü kimliksel ve toplumsal bataklıklarda gözlerimize fener tutup bizi başka türlü bakışlara davet etmiştir.