Antikçağ’da Hamamlar ve Yıkanma Kültürü
İnsanlık tarihinin başlangıcına kadar giden beden temizliği, sağlık açısından yemek, barınma gibi en temel ihtiyaçlardan sayılır. Temizliğin insanın sağlıklı yaşamı için önkoşul olması, ilk çağlardan itibaren suyun yalnızca içmek için değil, yıkanmak amacıyla da kullanılmasını sağladı. Günlük hijyen rutinimizin bir parçası olan su ve sabun; sıcak, ılık veya soğuk su, bazen buhar ve ardından el havlusu… Binlerce yıldır, sadece Avrupa’da değil, dünyanın birçok yerinde sosyal ve dinî hayatın ayrılmaz bir parçası olan hamamlar, genellikle ilahi bir varlığa adanır, içinde yıkanılan bazı su kütleleri ve kaynaklarına birtakım iyileştirici güçler veya bereket atfedilirdi. İlkel kabilelerden Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarına kadar, Ganj, Dicle, Fırat ve Nil nehirlerinde dinsel bir ayine dönüşen toplu veya tek yıkanma, toplumların ekonomik ve sosyal örgütlenmesini sağlayan bu nehirlere ithafen yapılan bir ibadet sayılmış; hayatın devamı ve toplumsal örgütlenme için önemli bir yere sahip olan su, baştan beri kutsanmıştır.
Bir Heterotopya Olarak Hamam
Göz önünde olma hâli, arınma ayinleri ve hamam deneyimleri için belirleyici bir unsurdur. Hamamlar sadece yıkanmak için gidilen yerler değil; sosyalleşmek, bir anlamda gevşemek ve hoşça vakit geçirmek için de kullanılan buluşma noktalarıdır. Yıkanmanın buna benzer toplumsal yan etkileri dünyanın her yerinde gözlemlenebilir. Örneğin Japonya’da çıplaklık ve temizliğin bir arada yaşandığı toplu yıkanma etkinliğine katılanlara “deri kardeşleri” denir ve “tendeş” olma hâli paylaşılır. Bunu ifade eden Japonca bir kelime vardır: スキンシップ、(sukinshippu), bir diğer ifadeyle “tendeşlik”. İngilizce skin -deri, ten- ve kinship -akrabalık, bağ- kelimelerinin birleşiminden türetilen tendeşlik –skinship-, birinin tenine veya bedenine temas etmenin yarattığı mahrem yakınlık hissini ifade eder. Fiziksel yakınlık kadar karmaşık değildir, romantik veya cinsel bir anlam da taşımaz. Tendeşlik, Batı’nın birlikte yıkanmaya, çıplaklığa, on üç yaşındaki Maya’nın annesiyle banyo yapmasının -normal- olup olmadığını tartışan Reddit başlıklarına karşı tiksintisi olarak algılanan şeyin tersine işler. Hamam, bir an için maddi yaşamda var olmakla ilgili tüm karışık politikaların ve zorlukların bir kenara bırakıldığı bir tür tendeşlik ibadethanesi, bedenlerin en savunmasız hâliyle var olabilecekleri bir sığınak işlevi görür.
Doğal olarak, aşk da bu akışkan uzayda karşılığını bulur. Tendeşliğin mabedinde birçok şey birbirine bağlıdır: su ve bedenler, sudaki bedenler ve bedenlerle bir aradaki bedenler… Gündelik hayatın dışında, başka mekânlara, düşlere ve ütopyalara yer açan kolektif bir alan. Çeşitli arınma an ve durumlarının atandığı farklı bölgelerde yakınlaşmaya elverişli koşullar oluşur. Hamamın rahat ve genellikle cinsiyete göre ayrılmış ortak yıkanma alanında temizlenen bireyler, aşina oldukları bir tanışıklık hissi duyarlar. Buluşma ayarlamak, tesadüfi karşılaşmaların tadını çıkarmak ve erotik fanteziler yaşamak için güvenli bir alan.
Michel Foucault’nun cemaate özgü ve umumi arınma yerleri olarak değerlendirdiği hamamlar birer heterotopyadır: Yunanca “öteki” anlamına geleni hetero ile “mekân” anlamındaki topos kelimelerinden türetilen bu terimi Foucault, tasnif sistemi zamanının normlarına kısmen uyan veya hiç uymayan mekân ve alanları tanımlamak için kullanır. Kendi kurallarını uygulayan bu mekânlar, temsil etme, karşı gelme ve hatta tersyüz etme yoluyla toplumdaki ilişkilerin yansımalarını kendine özgü bir biçimde aksettirir. Toplumla zıtlaşan karşı-alanlar olarak, “gerçek dünyada konumlanmış olsalar da aslında harici mekanlâr, […] faal ütopyalardır.”[1]
Hamamda herkesle beraber yıkanma deneyiminin aksine, kişisel bakıma yönelik yaklaşımımın oldukça özel ve mahrem olduğu söylenebilir. Güney Koreli influencerlar ile popülerleşen çok adımlı cilt bakım deneyimi, her gün tekrar ettiğimiz bir ritüel haline geldi. Yağ bazlı temizleyiciler, kiri köpürten su bazlı temizleyiciler. Ardından nemlendirici ya da eksfoliye edici tonikler, esanslar, serumlar, yağlar, balsamlar, maskeler, güneş kremleri… Cilt bakım endüstrisi ve skinfluencer’ların yükselişi, makyaj endüstrisinin influencer dramalarını tahtından ederek, dünyanın her tarafında imtiyazlı kesimlerin COVID-19 pandemisinin başlangıcında evden çıkmamayı tercih edebilme ayrıcalıklarını kullanmalarıyla başladı. Kendin-yap maskelerinin, büyük partiküllü cilt soyucularının yerini nazik, görece bilimsel araştırmaya dayalı bileşenlere sahip bakım ürünleri aldı. Böylece katman katman, cilt bariyerini nazikçe kaplayıp soyan ürünlerle cildimize uyguladığımız bakıma ilişkin yeni bir kelime dağarcığıyla tanıştırıldık.
Dermatologlar tarafından onaylanan kimyasal soyucu bu solüsyonlar, fiziksel bir çaba harcamaksızın cildin üst tabakasını soymaya yarar. Fiziksel peeling ürünleri kullanmadan yapılan bu yeni cilt bakım anlayışı bir tür sınır oluşturur; kimyasallar devreye girerek gözeneklerdeki tıkanmış kiri parçalar. Her ne kadar hassas dokunuşların şefkati bu süreçte gözlemlenemese de yaşadığımız şey, cildimizin kimyasal ürünlerle etkileşime girdiği yeni bir deneyimdir: cilt bariyerimizi karıncalandıran, bazen yakan ve cildi bunlara alıştıran bir deneyim [kimyasallarla kurulan mahrem yakınlık] (teselliyi sanal alemde arama alışkanlığı, iki benzemezin birbirine alışana kadar sürtüşmesine benzer). Fiziksel peelingler ise -mesela kese ile ovalama işleminde olduğu gibi- fiziksel temasın getirdiği bir tür yakınlık doğurur. Ovalama, kişinin kendi kendine uygulayabileceği bir işlem olduğu gibi, hamam gibi yerlerde iki yabancı arasında paylaşılan bir aktivite olarak da görülür. Tarihsel olarak ikili cinsiyet sistemi temel alınarak tanımlanan bu yakınlık alanları, öte yandan homoerotizmle birlikte türlü “çark” imkânlarını da beraberinde getirir. Hamam deneyiminin bir parçası olan ovalama sırasında ortaya çıkan haz uyaran iletişimle, bu işlemi gerçekleştiren tellak, muhtemel bir kuir performansın aktörü hâline gelir [bir başkasıyla kurulan mahrem yakınlık] ve böylelikle karşılıklı temas üzerinden cinsel hazza dayalı bir iletişim kurulmuş olur. Kuir bireyler arasında iletişimi tesis eden kodlar, bu tür çark mekânlarının yayılmasını ve kuirlerin bu mekânlarda birbirlerini tanımasını sağlar. Bu bağlamda hamam ve kaplıcaların, dünyanın farklı kültürlerinde “kuirleştirilmiş” mekânlara dönüştüğü söylenebilir.
Heterotopyalar, günlük yaşantıdan uzaklaşma imkânı sunar ve hayal gücünü harekete geçirmek için elverişli bir ortam yaratır. Ayrıca birer heterotopya olarak hamamlar, toplumsal normların dışında kalan zevk, sınırsız fiziksel haz ve özgürleşme alanlarıdır. Toplumdaki bu konumları dolayısıyla hamamlar kuir bireyler için güvenli bir alan tesis eder. Hamamın heterotopik buharı, cinsel yaşamın kaydını da tutar. Kuir varoluş açıkça ifade bulur ve girip çıkabileceği bir alana kavuşur.
HIStory’den THEIRstory’ye
Christiane Peschek’in OASIS’i, ikili gerçekliği bölen ayrılıkçı bir ütopya tasavvurunun kuir-politik direnişi ile kültürel yeniden yazımın kesiştiği noktada konumlanıyor. Sanal olanı fizikselden ayıran bu ütopyacı yaklaşım, sanal alemin ikili olmayan yapısını kuir varlıklar için bir ütopya olarak belirliyor. Bu bağlamda eksfoliasyon, kuir bedenlerin anonim olarak özgürce hareket edebildiği akışkan bir sanallığın temel süreci ile ön aşamasını anlamak için bir metafora dönüşüyor. Bireyin varlığının ilk katmanı olan “fiziksellik”, eksfoliasyon ile bozularak dijital dünyaya aktarılmış. Geçmişte Foucault’nun da düşlediği üzere dijital dünya bize, inşa edilmiş gerçekliğin ötesinde, çeşitli ışık tonlarıyla renklendirilebilecek bir alan tesis eder. Yakın zamanda Legacy Russell’ın “Glitch Feminism”[2]de öne sürdüğü gibi dijital alan, fiziksel mekânlarda ikili cinsiyet sistemine tabi tutulan bedenlerin reddi ve/veya değiştirilmesi yoluyla, “kendilerine atanmış cinsiyet kökenine mesafelenen ve bu arada olma içinde iyi hisseden benlikleri kapsayacak güvenli bir sığınak hâline gelir”. Kültürel yeniden yazım, herkes için bir gelecek inşa etmek üzere geçmişi (HIStory’den HERstory’ye ve şimdi THEIRstory’e) zihnimizde yeniden kurmamıza /yazmamıza olanak tanır. Bu anlamda OASIS, hamamlara tarihsel olarak etiketlenmiş olan ikili cinsiyet yapısına meydan okuyor. Hamam gibi mekânlar, iki (ya da daha fazla) yabancının insan içinde mahrem bir anı içlerinden geldiği şekilde paylaşmasını mümkün kılar. Böylelikle, ikili cinsiyet atamasına rağmen, kodlanmış bir kuir imgelemin ve erotizmin filizlendiği bir alana dönüşür. Burada, geri kazanma ve dünya inşası gibi yönleri devreye girer: Peki ya bu kavramlara meydan okuyup, kamusal mahremiyet alanlarında dayatılan ikili gerçekliği genişletseydik? Ya da ikili cinsiyet sistemine tabi olmayan bedenlerin [ve dijitalleşen bedenlerin] kendilerine ve başkalarına şefkat gösterebilecekleri güvenli bir alana kavuşmaları için bu gerçekliği yapıbozuma uğratsaydık?
Eksfoliasyon, hamam gibi mekânların sunduğu tazeleyici deneyimler ile fotoğrafik rötuş ve düzenleme teknikleri arasındaki bağlantılar, Christiane Peschek’in akışkan ütopyacı görsel pratiğinde açığa çıkıyor. Fotoğraf terimlerini yeniden ele alan yaklaşımı, pratiğiyle kurduğu mahrem ilişkiyi özetliyor. Böylece rötuş, fiziksel olanı genişletme ve sanal ile birleştirmeye yönelik bir teşebbüs hâline gelir. Peschek, anın kırılganlığını savunuyor ve arzulanan benliği oluşturmak için dijital görüntü üzerinde özenle oynuyor.
Özellikle son yıllarda pek çok farklı alanda kullanımı yaygınlaşan bir görüntü işleme yazılımı olan Photoshop, Peschek’in söyleminde kullandığı yöntemlerden birini barındırır. Photoshop’ta iki tür düzeltme aracı bulunur: bir imgedeki lekeleri, işaretleri ve göze batan diğer şeyleri kaldırmak için kullanılan Nokta İyileştirme Fırçası [Spot Healing Brush] ile imgedeki kusurları referans pikselleri kıstas alarak onaran İyileştirme Fırçası [Healing Brush]. Bu araçları kullanan Peschek, imgelerin bakım ve onarımını üstlenip; uygulanan her fırça darbesinde katılaşmış maddeselliği, hücrelerini sanal akışkanlığa kaptırıyor. İmgeleri parmakları aracılığıyla içine alma şekli, gösteren ile gösterilen arasında yakın bir diyalog başlatıyor. Bu ikincil dokunuş, fiziksel ile iç içe olduğu varsayılan bir şeyin, dijital benliğin ihtiyaçlarına cevap vermek üzere dijital ortama taşınabileceğine dair bir önerme getiriyor. Buhar görüntüyü bulanıklaştırır, eriyen gövde bardağı kırar, hamamı kaplayan ince mermer katmanlarıysa akışkan bedenleri barındıran bir yüzeye dönüşür.
Dijital Benlik İçin Analog Bir Sığınak Yaratan Sergi: OASIS
Vitrin penceresinden görülen bir video, yeni açılan bir SPA’nın reklamını yapıyor. Adı “Oasis”. İçeri girdiğinizde SPA ürünleri satan küçük bir dükkânla karşılaşıyorsunuz. Ürünler, “ekstraselüler matriks seramit temsa yoğunlaştırıcı güçlendirici konsantre” veya “nazik platin beslenme katıksız ipek canlandırma sıvısı” gibi isimler taşıyor. Tezgâhtar sizi ayakkabılarınızı çıkarmaya ve gri havlu kumaştan bir perdeden oluşan portalın ardındaki bakım odasına girmeye davet ediyor.
Havlu perde, aynı zamanda sizi maddi bedeninizden soyutlayarak dijital bedeninize yapacağınız yolculuğun başlangıç noktası. Ayakkabılarınızı çıkarma eylemiyle zaten bir katmanı soymuş oluyorsunuz -temsili bir bağlamda yapmayı düşünmeyeceğiniz bir eylem-. Oracıkta çoraplarınızla kalıp etrafa bakıyorsunuz. Beyaz ışığın aydınlattığı odadan yoğun bir buhar dalgası çıkıyor. İçeride bir şekilde size tanıdık gelen, ancak anlamlandıramadığınız bir şeyler var. Duvarlardaki fotoğraflar, her ne kadar yakından bakarsanız bakın ne olduğunu çözemediğiniz ten rengi, organik biçimli cisimleri tasvir ediyor. Mekândaki kaideler üzerine yerleştirilmiş kabarcıklı, şeffaf, beyaz nesnelerde de benzer formlara rastlanıyor. Odada dolaşırken farklı kokuları algılıyorsunuz. Zeminde küçük tümsekler biçiminde yerleştirilmiş tuz birikintileri göze çarpıyor. Dikkatle dinlediğinizde bunlardan ortama yayılan ince ses frekanslarını duyabiliyorsunuz. Dış dünyadan soyutlanan ortamın kendine özgü, eşsiz bir atmosferi var ancak farklı hissettiren şeyin ne olduğunu tam olarak çıkarsamak çok mümkün değil.
Sanatçı Christiane Peschek, varlığımızın temellerinin sadece fiziksel alandan oluşmadığı, giderek sanal alana yayıldığımız düşüncesinden hareketle yola çıkarak sergiyi hazırlamış. Fiziksel beden uzayda, özellikle yerçekimsiz ortamda dijital bedenden tamamen farklı bir biçimde hareket ediyor. Daha önceki projelerinde, sanal uzantımız için bir bilinç geliştirme fikri üzerinde çalışan sanatçı, bu projede sanal bedenlerimize yönelik kişisel bakımın, fiziksel bedenlerimize uyguladığımız bakımlardan farklılaştığı konusuna dikkat çekiyor. Temelde izleyiciye yönelttiği soru şu: “Fiziksel bedeni bir kenara bırakırsanız, sanal uzantınızın bakım ve tedavisi ile ilgili talimatlar neye benzerdi?”. Çektiğimiz bir selfie’de kırışıklıklarımızı gidermek için bir filtre kullanmak, bir bakıma yüzümüze kırışık önleyici bir krem sürmek gibi. Fiziksel bedenimize değil, dijital uzantımıza yönelik bir bakım… Yine de, OASIS sanal dünyaya giriş için tetikleyici işlevi gören bir alan olarak düşünülmüş ve fiziksel bir alana yerleştirilmiş. Beden hâlâ fiziksel bir alanda hareket ediyor, ancak orada bulunan unsurlar sizi bu sanallığa yaklaştırıyor.
Serginin ismi ise, hayatta kalması kolay olmayan bir ortamda kendi kendine varlığını sürdüren bir sistem olduğundan dolayı vaha kavramından yola çıkılarak oluşmuş. Kapıdan içeri girdiğiniz andan itibaren dış dünyayı unutacağımız bir mekân yaratma düşüncesi bu kararda etkili olmuş. OASIS, bu bağlamda kişiyi en saf haliyle açığa çıkarabilen, cinsiyet ötesi bir anlayışla iki cinsiyete ithafen tasarlanmamış ve masaj gibi fiziksel uygulamalardan ziyade, benliğimizin derinliğine inerek iyileştiren, bireyi eğitme ya da değiştirme kaygısı olmadan herkesin hoş karşılandığı bir mekân olarak karşımıza çıkıyor.
Kusursuz beden imajını her fırsatta vurgulayan günümüz yaklaşımında, spor yaparak asla elde edemeyeceğiniz parıl parıl, kaygan, ıslak ve kaslı bedenler revaçta. Sanatçı, dijital ortamda yaratılan bu fetişi, fiziksel nesneler kullanarak maddi ortama aktarmayı amaçlıyor. “Camdan insan” kendisine en çok ilham veren imgelerden biri. Bu anlamda beden-sonrası varlıklar olarak değerlendirdiği, oluş süreci tamamlanmamış organik şekilli cam nesneler üretmiş. Bu cam nesneler süreğen bir geçiş anını simgeliyor.
Mermer plakalar üzerinde bulunan UV baskılar ise, telefonda rötuşlanan parlak ve ıslak dijital beden parçalarının görselleri. Bu çalışmada, bedenlere dokunma ve onları duyusal olarak deneyimleme arzusu işlenmiş. Bir ekrana sıkışmış olduklarından bu pek mümkün değil tabii. Bedenlerin görüntüsü her ne kadar ıslak olsa da insan bedeni gibi su içermiyorlar. Bu aşırı mükemmel bedenleri görsel olarak arzulasak da bu arzuyu uyandıracak temel nitelikten yoksunlar. Maddi dünyaya bağlı olan su elementi sergide önemli bir rol oynuyor, bu nedenle de sergideki cam nesneler sürekli dolaşımda olan suyla dolu.
İnsan vücüdunda en çok su bulunur, ancak bedenlerimiz tuza da ihtiyaç duyar. Su ve tuz tüm yaşamın temel yapı taşıdır. Okyanustan büyük bir su kütlesi alıp kuruttuğumuzda geriye sadece tuz kalır, bu da temel besin maddelerimizdendir. Peeling gibi uygulamalarda veya kapılca deneyimlerinde kullanılan tuz, sergi alanında insana dair tek referans olarak karşımıza çıkıyor.
SPA gibi fiziksel temasın önemli rol oynadığı yerlerde duygusallığın ön planda olduğu düşünüldüğünde, dokunma eyleminin yaratılan mekânda ön planda olduğu açıkça görülüyor. Nitekim günümüzde pek çoğumuzun günlük olarak dokunduğu tek şey cep telefonumuzun ekranı. Sergi mekânının girişinde bulunan küçük vitrin de bu amaçla yerleştirilmiş. Sergide, bakım alanında dokunabileceğiniz pek fazla bir şey olmamasına rağmen, mağazadaki ürünlerin hemen hepsi izleyende dokunma isteği uyandırıyor ve adeta samimi bir biçimde cep telefonundan farklı bir şeye dokunmaya davet ediyor.
Sergide bulunan bir başka bileşen ise, yansıtıcı malzemeden oluşan bir tür ızgara. Bu iş ancak flaşlı fotoğraf çekildiğinde ekranda görüntülenebiliyor. Böylece izleyiciyi sürece dahil olmaya ve çekilen fotoğrafı sosyal medyada paylaşmaya teşvik ediyor. Arttırılmış gerçeklik bağlamında kameranın, gözle görülemeyen şeyleri görmeyi ve algılamayı sağladığından hareketle, akıllı bir telefonun kamerasını kişinin üçüncü gözüymüş gibi düşünülmesi ilginç bir yaklaşım. Mekâna girildiğinde görülmeyen bu boyut, -müze ve bazı sergilerdeki uygulamaların aksine- sadece flaş açıkken çekilen bir fotoğrafta ve başka bir yere aitmiş gibi görülebiliyor.
Sanatçının kapsamlı grup sergileri ya da sanat fuarlarında bir işe ayıracağınız kısıtlı süreye kıyasla bu yalın ve izole bir ortamda yarattığı sergi, mekânı deneyimlemek ve bir parçası olmak için hatırı sayılır bir zaman ayırmayı gerektiriyor.
Görsel Kaynakça
Christiane Peschek, OASIS, 2022, Yerleştirme fotoğrafı, SANATORIUM (Fotoğraf: Zeynep Fırat, SANATORIUM ve sanatçının izniyle)
[1] Michel Foucault, “Of Other Spaces: Utopias and Heterotopias” (çev. Jay Miskowiec), Diacritics, 16(1), 1986,
22-27, s. 24.
[2] Legacy Russell, Glitch Feminism: A Manifesto, London: Verso, 2020, s. 5.