x media art museum

Işık, bize görünmesinden önce yolculuğuna birtakım teknik süreçlerle başlar; kaynağından çıkıp retinadaki sinirleri uyardıktan hemen sonra optik sinirler yoluyla oksipital loba iletildiğinde görsel bilgi edinilir, ve görüntü oluşur. Retinadan alınan bu veriyi yorumlanınca görme eylemi tamamlanır ve gören göz, bir izleyiciye dönüşür. Böylelikle özne olan izleyici, nesne olan ışığı deneyimlerken, gören gözü izleyici kılan ışık da bir özneye dönüşür; bu sayede izlenen ve izleyici arasındaki devinim temin edilmiş olur.

Sanat eserlerinde de ışık, izleyicide bir şeyler uyandırmasıyla, onu harekete geçirmesi ile önemli bir görevi üstlenmiş olur. Sanatçının fırça ya da çekiç ve keskisine yön veren hareket noktası da ışığın ta kendisidir, formları yaratır.

Türkiye’nin ilk dijital sanat müzesi X Media Art Museum, “Leonardo Da Vinci: Işığın Bilgeliği” sergisiyle izleyiciye nesne olarak sunulan eserlere ev sahipliği yapmaktan çok, onu bağlamına alarak deneyimine katkıda bulunan canlı bir mekân olarak kapılarını açtı. Ancak bu deneyimde yeni bir şey daha vardı; izleyicinin karşı karşıya geldiği şey herhangi bir tuval, gözleriyle takip ettiği şeyler ise fırça darbeleri değildi. Beş yüz sene önceki boyalar görevini dijital ekrana, fırça darbeleri ise algoritmaya devretmişti.

Işığın Bilgeliği sergisinde Leonardo Da Vinci ağırlıklı olmak üzere Michelangelo ve Raffaello Sanzio gibi Rönesans sanatçılarının önce zihinlerinden sonra ise ellerinden çıkan 15 milyar fırça darbesi, yapay zekâ aracılığıyla soyut bir tuvalde izleyicisini karşılıyor. İnsan hayatının pek çok dinamiğinin dijitalleşmesi gibi sanat da soyut bir mekânda, uzayda dijital hale geliyor; bu da önünde sonunda izleyicinin yani insanın kendisinin de dijitalleşmesine sebebiyet veriyor. Peki, sanat eserlerindeki ışık, algoritmalarla bu dönüşüme uğramadan önce nasıl bir yoldan geçti?

Sembolik Işıktan Dramatiğe

Işık, sanat tarihindeki yolculuğuna özne olarak başlar. Orta Çağ sanatında ışığın, resmin içinde neredeyse bir madde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yer yer tanrısallığın bir sembolü, yer yer Tanrı’nın kendisi olarak kullanılan ışık, resimde belli katı kurallara tabi olarak yaratılmak ve varlığını sürdürmek durumundadır. Öyle ki altın yaldızın ve pigmentlerin oranı çoğu zaman bellidir ve bu materyal forma döndüğünde ışık halini alır. Azizlerin başlarının üzerlerindeki hale, güvercin temsiliyle kompozisyona ışık kaynağı olup gözükmeyen Tanrı’dan gelen yansımalar, sembolik ışığın başlıca örneklerindendir.

Müjde, Fra Angelico, 1426
Müjde, Fra Angelico, 1426

Işığın figürlerden araca, araçtan ise konuya dönmesi oldukça çarpıcıdır. Rönesans sanatında konuya hizmet eden araç olarak ışık, düzlem üzerinde geometrik bağlamlarda yaratılan resimlerin iki boyutluluk algısını henüz yıkamamıştır. Aydınlatılmış alanlar ve karanlık arasında bir geçişi gözetmeyen Rönesans resminde boyutlar arasında daha keskin bir ayrım vardır ve bu da geometrik şekiller gözetilerek yaratılmış resmin ışığını kontrollü halde tutar.

Işık, bir tiyatro sahnesini anımsatan, ekstra dramatize edilmiş Barok resminde ise -ki Barok dönemi heykel sanatı da bize ışığın yolculuğundaki büyük değişimleri gösterecektir-  konunun kendisine dönüşmüştür. . Caravaggio’nun öncülüğünde resme giren chiaroscuro tekniği ile izleyiciyi bir rehber gibi resmin neresine nasıl bakacağına dair yönlendiren ışık artık kendini bir zıtlık içinde gizlemeye başlar. Gölge ve ışığın zıtlığı ve silüet kavramının resme girmesiyle beraber izleyici, bakacağı şeyin başlayıp bittiği yeri dahi idrak etmede zorlanmaya başlar. Aradığı şey, kimi zaman ışık kaynağıyla tamamen aydınlatılırken kimi zaman kasten karanlığa gömülmüş arka plandadır. Rönesans’ın kusursuz ve kutsal geometrisine karşı Barok’taki kompozisyonun kaosu, denge ve düzenden yoksunluğu ön plana çıkar ve ışık bu kompozisyonun konusu olarak izleyicinin odağına girip ondan kaçan sürekli hareket halinde bir gizem olarak tesis edilir.

Aziz Matta’ya Çağrı, Caravaggio, 1599-1600
Aziz Matta’ya Çağrı, Caravaggio, 1599-1600

Leonardo Da Vinci’nin Buharlaşan* Işığı: Sfumato

Sergi, ışığın bilgeliğinin izini sürerken Leonardo Da Vinci’yi temeline alıp günümüz dijital sanatına uzanan bir köprü kurduğu için onun ışığından ve tekniğinden bahsetmek oldukça önemlidir. Da Vinci’yi çağdaşı ressamlardan  ayıran, kesinlikle fırça darbelerinin birbirleri içine girerek adeta yok olduğu, keskin kontür çizgilerinin bu fırça darbeleri arasına yedirildiği sfumato tekniğidir.

X Media Art Museum, bu tekniği, izleyiciyi içerisine alacak şekilde yapay zekaya öğretip soyut bir ifadeyle çıktılarını sunuyor ve bunun deneyimini bir mekân bağlamında vadediyor. İlk etapta Leonardo Da Vinci’nin tablolarıyla ve yüzlerce el yazmasıyla, notlarıyla karşılaşan izleyici, gözleriyle yaklaşık 500 yıllık serüvenin günümüze uzanışını yapay zekânın modern sfumatosuyla deneyimliyor. Bir noktada onu da ekran aracılığıyla seyrettiğimiz ve organikliği tartışma konusu olabilecek Leonardo’nun fırça darbeleri, eriyerek, buharlaşarak birbirleri içerisine karışıyor ve algoritmaya kendini teslim ediyor.

Azize Anna, Bakire ve Çocuk İsa (detay), Leonardo Da Vinci, 1503
Azize Anna, Bakire ve Çocuk İsa (detay), Leonardo Da Vinci, 1503

Bu Bir Deneyim mi, Teslimiyet mi?

Paris’te 2018’de X Media Art Museum’a benzer şekildeki deneyim vaadiyle kapılarını açan l’Atelier des Lumières, Gustave Klimt, Van Gogh ve daha pek çok sanatçının eserlerine ev sahipliği yaptı. Ancak onun sunduğu şey daha farklıydı ve seyredilen eserler, organik olma fikrine çok daha yakındı. L’Atelier des Lumières’in yaptığı şey, Van Gogh’un Yıldızlı Gece’sini hareketlendirmek ve izleyiciyi sürekli o hareketin içerisinde tutmaktı. Bu yüzden, izleyicinin her yanında olan ekranlardan bu tablolar deneyimlense de yapıyı bozar nitelikte bir algoritma devreye girmiyordu.

Bir noktada izleyiciye bu deneyim yetersiz gelmeye başlamış olabilir miydi? Yıldızlı Gece’yi Museum of Modern Art’ta görmek yetmemişti, bir mekân olarak onu tasavvur edebilmeyi diledi, iki boyutluluktan kurtulmayı, içerisinde hareket edebileceği özgür bir alan istedi.

Yapay zekânın sanat yapıp yapamayacağı ise apayrı bir tartışma konusu, çünkü burada olup biten, var olan klasik eserlerden beslenmek. Ancak sergi, vadettiğinden eksik ya da farklı olarak, en azından benim deneyim alanımın içinde, beni maruz bırakan bir dinamiğe sahip. İlk olarak gösterdiği Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi sanatçıların resimleri, Rönesans felsefesi bağlamında büyük bir evrenin parçası olarak küçük evren olan insanı yansıtıyor. Ancak 15 milyar fırça darbesi, algoritmalara dönüşüp modern sfumato tekniğiyle eritilerek yapay zekanın birer çıktısı haline geldiğinde, ortaya çıkan şey küçük evren olan insanı dijitalin gücüne maruz bırakıp sanatçıların felsefesine ters bir hale dönüşüyor.

Serginin müzikleri, Nomadland filminin bestecisi Ludovico Einaudi ve Mercan Dede imzalı. Mercan Dede’nin sufi müziğini çağdaş ve etnik enstrümanların birleşimiyle yorumlaması bu noktada sergiyi oldukça etkileyici hale getiriyor. Sufi metafiziğinde de Rönesans dönemine hâkim olan Neo-Platonculuğa benzer insan tanımlarının olması, bu eserlerin sunumunu daha da ileri taşıyor. Ancak yapay zekânın devreye girmesiyle eserlere yaşattığı dönüşüm, izleyiciyi de dönüşmeye zorluyor.

Fırça darbeleri algoritmalara, algoritmalar ise soyut bir estetik dile dönüşüyor. Leonardo Da Vinci’nin ya da Michelangelo’nun ya da bu dijital sergide olacak bir sonraki sanatçının estetik dile dönüşecek fırça darbelerinin sınırladığı belli deneyim alanı, her bir izleyici için daha sübjektif ve sonsuz hale geliyor. Bu, kimi deneyimi genişletirken kimilerini ise dar bir alana sıkılaştırıp dijital hükmün altında baskılıyor.

Sanat eserlerinde ışığın kullanımı, belli başlı kurallarından kendini ne kadar sıyırırsa görme biçimlerini de o kadar zenginleştirir. Seyrin konusu olan ışığın en baştaki yolculuğu aynıdır, ancak zamanla görülen, öznel deneyimleri de içine alır. İzleyici, kendisine görünen eserde ne derecede bir özne olarak var olabilir ve nesne olan ürünü mekânlaştırabilirse, ki bu dönüşümde özellikle dijitale epey sorumluluk yüklenecektir, dijital hükmün karşısında da o derecede durabilir ve deneyimini zenginleştirebilir. X Media Art Museum, ışığın bilgeliğinin izini sürerek izleyicinin deneyimini dijital bağlamda zenginleştirmeyi vadediyor.

*sfuˈmaːto (İtalyanca): buharlaşmak, duman gibi buharlaşmak

x media art museum

x media art museum

Şira Dam

Şira Dam (İstanbul, 1999), Galatasaray Üniversitesi ve çift diploma programı kapsamında Université Paris I Panthéon Sorbonne Felsefe bölümü son sınıf öğrencisi olup akademik hayatına Sanat Tarihi yüksek lisansı yaparak devam etmeyi hedeflemektedir. Çalışmalarını Antikite ve Orta Çağ özelinde sürdürerek Rönesans dönemi sanatından günümüze düşüncenin evrimi, bireyin doğuşu, gelişimi ve evrenle olan ilişkisi üzerine yazılar yazmaya ve bloğunda içerik üretmeye devam etmektedir.